11 Kasım 2023,YEŞİL MUTABAKAT AB SINIRDA KARBON DÜZENLEME MEKANİZMASI, Asansor Vizyon Dergisi, Asansör Adına tüm Aradıklarınız Bu Sitede

YEŞİL MUTABAKAT AB SINIRDA KARBON DÜZENLEME MEKANİZMASI

Dünyanın karşı karşıya olduğu en büyük tehditlerden biri iklim değişikliği olarak görülüyor. İklim değişikliği ile mücadele kapsamında çeşitli çalışmalar yapılıp düşük karbonlu ekonomiye küresel düzeyde geçilmesi ülkelerin sürdürülebilir kalkınma hedeflerini şekillendiriyor. Birçok ülkede çevrenin korunması ve iklim değişikliklerine ilişkin farkındalığın artmasıyla çevre ile ilgili çeşitli düzenlemeler hayata geçirildi. Sera gazı emisyonlarının salınımının azaltılmasına yönelik olarak; Paris İklim Anlaşması, Avrupa Birliği (“AB”) Yeşil Mutabakatı, COP26 Konferansı bu düzenlemeler arasında yer alıyor. Yeşil Mutabakat çerçevesinde iklim değişikliği ile mücadele konusunda geniş ve etkili düzenlemeler öngörüldü. Yeşil Mutabakat yol haritasında; temiz enerji, sürdürülebilir sanayi, inşaat ve yenileme, daha sürdürülebilir gıda sistemleri, kirliliğin ortadan kaldırılması gibi pek çok uygulama alanı ve bu alanlar için araçlar bulunuyor (European Commission, 2022). Bu araçlardan bir tanesi olan “Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması” (SKDM). SKDM karbon emisyonlarını sınırlandırmak ve sıfıra indirmek için oluşturulmuştur.

Yeşil Mutabakat kapsamında 2030 yılına kadar karbon emisyonlarını %55 oranında azaltma, 2050 yılına kadar ise karbon salımını sıfıra indirme hedeflerine yönelik olarak stratejiler belirlendi. Sınırda Karbon Düzenlemesi, AB’nin iklim hedeflerini destekleyen “Fit for 55” teklif taslağı dahilindeki uygulamalardan biri. SKDM, Avrupa Birliği (AB)’nin ithal ettiği bazı ürünlerin karbon içeriklerine göre sınırda belirli oranlarda bir “karbon salınımı vergisi” alınmasını öngörüyor.

Sınırda Karbon Düzenlemesi ile hedeflenen temel unsur; firmaların emisyon kısıtlamalarının daha az olduğu ülkelere üretimlerini kaydırmalarından kaynaklanan karbon kaçağının önüne geçebilmek. Böylece, iklim değişikliği ile mücadele konusunda hedefleri olumsuz etkileyen, karbon mevzuatları zayıf olan yahut bu konuda hiçbir düzenlemesi olmayan ülkelere üreticilerin yönelmesi engellenecek. Düzenlemeler, Avrupa Birliği dışındaki üçüncü taraf ülkelerden ithal edilen ticari mallara uygulanacak. 2026’ya kadar sürecek olan üç yıllık geçiş süresinde, kapsanan ürünlerin üretim sürecinde yayılan sera gazlarının doğrudan emisyonları için geçerli olacak.

1 Ocak 2023 tarihi itibariyle, SKDM kapsamında ithalatçıların ithal ettikleri mallara dair raporlama yükümlülüğüne ilişkin geçiş hükümleri uygulanmaya başlandı Bu doğrultuda ithalatçılar, farklı üye devletlere ithalat yaptığı halde, Ulusal Otoritelerden herhangi birine rapor vermekle yükümlü. Raporlamalar ile ithalatçıların üzerindeki yükün hafifletilerek ve ticaretteki büyük aksaklıkların önlenmesi hedefleniyor. SKDM’ye yönelik bu çalışmaların Türkiye’de yeşil dönüşüm ve sürdürülebilirlik politikalarına belirli bir ivme vereceği de açık.

SKDM kapsamında; Avrupa Yeşil Mutabakatı, Türkiye için sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen önemli bir dönüşüm aracı olarak görülüyor. Bu doğrultuda, emisyon azaltımını, elde edilen fonların şirketlerin yeşil dönüşümü amacıyla kullanılmasını ve yenilenebilir enerji ile enerji verimliliğini merkeze alan alternatif bir Yeşil Ekonomik Dönüşüm senaryosu sayesinde karbon emisyonlarında ciddi iyileştirmeler sağlanabilecek. İyileştirme ve uyum çalışmaları doğrultusunda, Türkiye’nin düşük karbonlu üretimi desteklemesi ve bu şekilde yüksek karbonlu ülkelere göre avantajlı konuma gelerek, AB ülkelerine yaptığı ihracatta pazar payını artırması öngörülebilir bir gelişme.

Avrupa Birliği’nin ihracattaki önemli rolü de göz önünde bulundurulduğunda, Sınırda Karbon Düzenlemesi ile ilgili gelişmeler ülkemizdeki ihracat yapan sektörleri oldukça yakından ilgilendiriyor. “Sıfır karbon” politikası doğrultusunda gerek devlet gerekse özel sektör, üretim süreçlerinde gerekli yenilemeleri yaparak yapısal tedbirler almakla yükümlü.

SKD ilk aşamada; çimento, gübre, elektrik, demir-çelik, hidrojen ve alüminyum sektöründe üretilen ve AB içerisine ithal edilen ürünleri kapsıyor. Bu bağlamda öncelik, yüksek karbon kaçağı riski ve yüksek karbon emisyonu yayan sektörlere verildi. İlgili sektörlerde faaliyet gösteren üreticilerin AB’ye yapılacak olan ürün satışlarında SKD Sertifikalarını bulundurmaları gerekiyor. Bunun yanı sıra AB içerisindeki ETS’de işlem gören karbon fiyatı üzerinden ücretsiz tahsisatları satın aldıklarını belgeleme zorunlulukları bulunuyor.

SKDM’ye geçiş ile firmaların üretim yapısı ile raporlama standartlarında da değişikliğe gidilmesi bekleniyor. Bu değişiklikler kapsamında firmaların raporlama standartlarında “çevre, sosyal ve yönetişim” (ÇSY) kavramları çok daha önem arz ediyor. Dolayısıyla firmalar açısından bu kavramları içeren ve daha bütüncül bir raporlama sisteminin benimsenmesi gerekiyor.

SKDM uygulaması hem AB’deki hem de dünyadaki işletmeleri doğrudan etkilediği üzere, şirketlerin bu etkileri ölçümlemesi önem arz ediyor. Bu kapsamda; rejimin yönetimi için iç sorumluluğun atanması, Sınırda Karbon Vergisi Mekanizması kapsamı dikkate alınarak AB ithalat karbon ayak izinin ve potansiyel etkilerinin gözden geçirilmesi ve SKDM geçiş dönemi gereksinimlerine hazırlanmaya başlanması gerekiyor.

"ULUSLARARASI TICARETIN KURALLARININ KARBON EMISYONLARI ÜZERINDEN ŞEKILLENECEĞI ÖNÜMÜZDEKI 10 YILDA, TÜRKIYE DE DÜŞÜK KARBONLU BIR EKONOMIK MODELI HAYATA GEÇIREREK, TICARI REKABET GÜCÜNÜ ARTIRABILIR VE DÖNÜŞÜMÜ BIR FIRSATA ÇEVIREBILIR"

Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması (Carbon Border Adjustment Mechanism– CBAM), genellikle daha düşük maliyetle üretilen yüksek emisyonlu ürünler ile görece daha düşük emisyonlu ancak yüksek maliyetle üretilebilen alternatif ürünlerin rekabet gücünü aynı seviyeye getirmeyi amaçlıyor. Diğer bir deyişle, karbon vergisi gibi düzenlemelerle yüksek emisyonlu ürünlerin maliyetini, düşük emisyonlu ürünlerin seviyesine taşır. Bu düzenlemenin ne şekilde devreye sokulacağının tasarlanması ve uygulaması tartışmaları sürse de bu uygulamanın esası ithal edilen ürünlere yönelik, karbon içeriklerine dayalı olarak, konulacak vergiye dayanıyor. Bu mekanizma, ticarete konu olan karbon kredileri, vergi, prelevman ya da gümrük uygulaması şeklinde uygulanabilir. Düzenleme, karbon fiyatının maliyet yarattığı “karbon sızıntısı” riskine cevap veriyor; yani üretimin karbon maliyeti olmayan ülkelere doğru kaymasını engelliyor. Dış tedarikçiler, bu maliyetleri karşılamadığı durumda ekonomik bir avantaj elde ediyor. Mekanizma uygulamaya konulmazsa zaman içerisinde üretim, karbon vergileri uygulamayan coğrafyalara kayacak ve emisyonlar bu ülkelere sızarak, net sıfır emisyon üreten bir gezegen yolundaki ilerlemeyi geciktirecek.

Sınırda karbon düzenlemesi fikri nereden geliyor?

Yakın tarihte sınırda karbon düzenlemesi ilk defa, 2003 yılında Londra’da faaliyet gösteren bir düşünce kuruluşu olan Yeni Ekonomi Vakfı (New Economics Foundation, NEF) tarafından dile getirildi. Yeni Ekonomi Vakfı’nın yayımladığı rapor, ülkelerin Kyoto Protokolü’nün onaylanmasını reddettiği 1997 ile yürürlüğe girdiği 2005 yılı arasındaki endişe verici dönemde yer alıyor. Rapor, Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuralları çerçevesinde Kyoto Protokolü’ne taraf olmayan ülkelerin kaçındığı üretim maliyetlerini, ticareti baltalamaya teşvik eden uygulamalarla eşdeğer görüyor. Kyoto döneminde sınırda karbon düzenlemesi ile ilgili konular, Friends of the Earth Avrupa gibi sivil toplum kuruluşları tarafından da desteklendi. Ancak siyasi söylemde bu konu, ülkelerin Kyoto Protokolü’nü onaylamasını sağlamak üzere çoğunlukla ‘bir tehdit unsuru’ olarak değerlendiriliyordu. Son 10 yıl içerisinde, aralarında Fransa ve İtalya‘nın da bulunduğu birçok ülkenin bu fikri birkaç kez öne sürmesine rağmen sınırda karbon düzenlemeleri karşılık bulmadı. Ancak İngiltere, Almanya ve hatta Avrupa Birliği’nin (AB) eski komisyonerleri bu mekanizmanın getirdiği ‘eko-korumacılığın’, AB’nin en büyük iki ticari ortağı olan ve ABD ile Çin’in de aralarında bulunduğu birçok ülkeyle ticari gerilimleri alevlendirebileceği konusunda uyarıda bulundu.

2019 yılında sınırda karbon düzenlemeleri, Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Yeşil Mutabakatı teklifi kapsamında tekrar gündeme geldi. Bu teklifle Avrupa Komisyonu önemli ticaret ortaklarının katı iklim hedefleri uygulamadıkları durumda “karbon sınır düzenlemeleri mekanizmasını” 2021 yılında uygulamaya koyma niyetini belirtti. Temmuz 2019’da Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von de Leyen, Siyasi Kılavuz İlkeleri kapsamında “emisyon sızıntısından kaçınılması ihtiyacına” değinerek konuya desteğini belirtti. Aralık 2019’da Avrupa Yeşil Mutabakatı kamuoyuna duyurulurken, “AB’nin iklim eylemini güçlendirdiği bir dönemde dünya çapında iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik tutumdaki farklılıkların devamı durumunda, Avrupa Komisyonu’nun karbon sızıntısı riskini azaltmak üzere belirli sektörler için bir sınırda karbon düzenlemesi mekanizması önermesi” ibaresi yer aldı.

Mart 2020’de kamuoyuna sunulan Avrupa Yeşil Mutabakatı “başlangıç dönemi etki değerlendirmesi” raporunda “sınırda karbon düzenleme mekanizmasının, ithalat fiyatlarındaki karbon içeriğinin daha doğru yansıtılmasını sağlayacağını” belirtti. Eylül 2020’de sunulan “iklim hedefleri planı” ise şu ifadeyi içeriyordu: “AB’nin iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik hedefini güçlendirdiği günümüzde, ortaklarımız tarafından iklim değişikliğiyle mücadeleye yönelik hedeflerin güçlendirilmemesi durumunda Komisyon, emisyon sızıntısı riskini azaltmak üzere mevcut durumda yürürlükte olan önlemlere alternatif olarak sınır karbon düzenleme mekanizmasını […] önerecektir.”

Bu konu, Brexit sürecinde AB-İngiltere ticaret görüşmeleri sırasında gümrük vergisi oranı kotasının da bir parçası oldu.COVID-19 krizinin başlangıcından bu yana Avrupa Komisyonu, ekonomik toparlanma paketinin AB çapında geri dönüştürülemeyen atıklardan vergi alınması, sınırda karbon vergisi ve dijital verginin de aralarında bulunduğu araçlarla finanse edilmesini önerdi. Bruegel isimli düşünce kuruluşu, Eylül 2020’de yayımladığı makalesinde benzer finansman mekanizmalarını şiddetle önerdi. Ocak 2021 itibariyle Avrupa Komisyonu, CBAM’ın ne şekilde uygulanacağı konusunu acil bir konu olarak gündemine alıyor ve birçok paydaşı bir araya getiriyor. Komisyon, 2023 yılının başında uygulamaya konması hedefiyle, 2021’de CBAM ile ilgili yasa tasarısını sunmayı planlıyor. ABD Başkanı Joe Biden ise, 2020 seçim kampanyasına “karbon düzenleme fiyatlandırmasını” dahil etti. Biden yönetimi, 1962 tarihli Ticaret Genişletme Yasası’nın, ABD Ticaret Bakanlığı’nın Başkan’a “ABD’nin ulusal ve ekonomik güvenliğine zarar veren herhangi bir ürünün ithalatını düzenleme konusunda geniş yetki veren soruşturmaları başlatmasına olanak tanıyan” 232. Maddesi uyarınca, karbon tarifeleri belirlenmesini masaya yatırdı. Kanada hükümeti ve Kanada Merkez Bankası, Biden’ın seçilmesinden önce sınırda karbon düzenlemesi fikrini desteklediklerini ifade etmişlerdi.

Sınırda karbon düzenlemesinin kazananları ve kaybedenleri

Bazı uzmanlar, sınırda karbon düzenlemesinin pilot uygulama aşamasında en fazla karbon salan sektörlerle sınırlanmasının pragmatik olacağını öne sürüyor. Ancak, DTÖ uyumluluk ele alındığında, ithalat vergileri kapsamında tüm ürünlere karbon vergisi konması daha kolay bir seçenek olacaktır. İhracata dayalı çelik, kimyasallar ve çimento gibi emisyon-yoğun sektörlerin en çok etkilenmesi bekleniyor. En büyük alüminyum ihracatçısı olan üç ülke Çin, Hindistan ve Avustralya aynı zamanda alüminyum üretimi için gerekli enerjinin üretimi aşamasında en yüksek emisyon yoğunluğuna sahip. Bu bakımdan dezavantajlı olacaklar. En büyük alüminyum üreticileri olan Çin, Kanada, Hindistan ve Rusya arasında Rusya ve Kanada; elektrik üretiminde hidroelektrik santralların önemli payı sonucu alüminyum üretimini daha düşük karbon salımı yaparak gerçekleştirmeleri sebebiyle rekabet avantajına sahipler.

En büyük çelik ihracatçı ülkeleri arasında bulunan Çin, Japonya ve Rusya üretilen her bir ton çelik başına salınan en yüksek emisyona sahip ülkeler. Buna karşın, en çok çelik ihracatı yapan ülkeler arasında bulunan Güney Kore, günümüzde çelik üretimini en düşük karbon yoğunluğuyla gerçekleştiren ülke. Küresel ölçekte çelik üretiminde en düşük emisyon yoğunluğuna sahip ülkeler, günümüzde çelik ihracatı yapmayan ancak ark fırınlı fabrikalarla ve şebekedeki elektrik üretiminin düşük emisyonlu olması nedeniyle Meksika ve Kanada’dır. Bu ülkeleri, çelik üretiminde ark fırınlı fabrikaları büyük ölçekte uygulamaya koyan ABD ve Almanya takip ediyor. Çimento ihracatçıları ele alındığında ise bu sektörde yüksek emisyonlu üretim yapan Çin ve Meksika dezavantajlı görünüyor. AB bünyesinde ise Fransa, İsviçre, Almanya ve İtalya düşük emisyonla çimento üretimi yaparak öne çıkacaklar.

Türkiye’deki çimento üreticileri ise rekabete ortak olacak; Türkiye Çimento Sanayicileri Birliği 2050’de sıfır emisyon hedefini benimsedi ve bir “Karbon Yol Haritası” hazırlığında olduğunu açıkladı. Sınırda karbon düzenlemesinin uygulamaya konması konusunda endişelerini dile getiren ve etkilenen ekonomiler olarak Avusturalya ve Rusya öne çıkıyor. Bununla birlikte, ABD Biden yönetimi öncesi dönemde ve İngilterede iklim değişikliği hedeflerini güçlendirmeden önce sınırda karbon düzenlemeleri ile ilgili endişelerini dile getirmişti. Bunların yanı sıra, sınırda karbon düzenlemesi tarım sektörünü kapsayacak mı, henüz tartışılıyor. Düzenlemenin bu sektörü kapsayacak şekilde genişletilmesi durumunda, AB’nin Mercosur ticaret bloğu ile anlaşmasının yürürlüğe girmesi, özellikle Brezilya tarafından onaylanması imkânsız hale gelebilir. Tarım ürünleri ihracatı ile ilgili olası düzenlemelere istinaden, Türkiye, Gümrük Birliği kapsamında Türkiye ile AB dış ticaret ilkelerine uyumlu olması gerektiğini dile getirmişti.

Sınırda karbon düzenlemesinin Türkiye’ye olası etkileri

Sınırda karbon düzenlemesi; Çin, Rusya, Hindistan ve ABD gibi büyük ekonomilerle birlikte Türkiye’nin de AB ile olan dış ticaret ilişkisini mutlaka etkileyecek. TÜSİAD’ın Eylül 2020’de yayımladığı, “Ekonomik Göstergeler Merceğinden Yeni İklim Rejimi Raporu”, Avrupa Yeşil Mutabakatı kapsamında öngörülen Sınırda Karbon Düzenlemesi devreye girdiğinde, Türkiye’den AB’ye ihracat yapan sektörlerin artan maliyetlerden etkileneceğini ortaya koyuyor. Karbonun ton fiyatını 30 euro ve 50 euro olarak iki farklı senaryoda ele alan araştırma, AB’nin yeşil ekonomik dönüşümüne uyumlu tedbirlerin alınması durumunda gayri safi yurtiçi hasılanın sırasıyla %5,7 ve %6,6 daha yüksek; seragazı emisyonunun ise sırasıyla %16,5 ve %15 daha düşük olacağını hesaplıyor.

Raporun ulaştığı makroekonomik bulgu larla varılan değerlendirmeler ise aşağıdaki şekilde özetlenebilir:

1) Avrupa Yeşil Mutabakatı Türkiye için bir risk olduğu kadar, sürdürülebilir kalkınmayı hedefleyen bir dönüşümün aracı olarak yepyeni bir fırsat gibi değerlendirilebilir.

2) Unsurları kararlılıkla saptanmış bir stratejik dönüşüm çerçevesinde, emisyon azaltımını, elde edilen fonların şirketlerin yeşil dönüşümü amacıyla kullanılmasını ve yenilenebilir enerji ile enerji verimliliğini merkeze alan alternatif bir Yeşil Ekonomik Dönüşüm senaryosu sayesinde gerek milli gelir de gerekse seragazı emisyonlarında anlamlı iyileştirmeler sağlanabilir.

3) Yeşil ekonomik dönüşüm stratejisi emisyon azaltım hedeflerinin ulusal ekonomide üretim ve istihdamın artırılarak sağlanabileceğini gösterirken, Türkiye’nin sürdürülebilir kalkınma stratejisi arayışlarına önemli bir alternatif sunar. En büyük ticaret ortağı AB olan Türkiye’de sınırda karbon düzenlemeleri, yakın zamanda siyasetin ve özel sektörün de gündemine girdi ve yeşil dönüşümün avantajları siyasi liderler, özel sektör temsilcileri ve kanaat önderleri tarafından sıklıkla dile getirilmeye başlandı.

Şubat 2021’de Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank, AB’nin sınırda karbon düzenlemeleri ile ilgili olarak “AB’deki bu gelişmeleri iyi okur ve gerekli önlemleri zamanında hayata geçirebilirsek bu dönüşümü büyük bir avantaja çevirebiliriz” dedi. Ticaret Bakan Yardımcısı Gonca Yılmaz Batur da Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) etkinliğinde özel sektörün yeşil dönüşümüne desteğini belirtti: “İklim değişikliği, sınırda karbon düzenlemesi gibi alanlarda sadece devletleri değil, aynı zamanda özel sektör kuruluşlarının da sorumluluklarının olduğu bilinciyle DEİK ailesi olarak, ‘Sanayi Sektörünün Karbonsuz Ekonomiye Geçiş Sürecinin Desteklenmesi’ projesini başlatmamızın önemli olduğunu düşünüyoruz. Amacımız sanayi kuruluşlarının mutabakat kapsamındaki gelişmeleri yakından takip edip gerekli adımları atmaları konusunda da bizim yol gösterici olmak gibi bir sürece dahil olmamız.” Yeşil ekonomiye hızla adapte olmak gerektiğini belirten Çevre ve Şehircilik Bakan Yardımcısı ve İklim Değişikliği Başmüzakerecisi Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar da karbon düzenlemelerinin ülkelerin rekabet gücüne etkisine değindi: “AB’nin Yeşil Mutabakat ve sınırda karbon düzenlemeleri mekanizması gibi bizi de etkileyen uluslararası düzenlemeler dikkate alındığında, bu sistemin kurulması uzun vadede küresel ekonomiye entegrasyonu açısından muhtemelen zaruri hale gelecek ve ülkelerin rekabet avantajı açısından da çok önem arz edecektir”.

Dönüşümü fırsat olarak değerlendiren TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski, şirketlerin Yeşil Mutabakat’ın gerekliliklerine hızlıca hazır hale gelmesinin önemine değindi: “Öncelikle AB’nin 2050 yılında iklim nötr kıta olma hedefini çok iyi anlamalı ve analiz etmeliyiz. Plan bu hedefe ulaşma yönünde, enerji tedarikinin güvenliğiyle temiz ve düşük maliyetli enerjiye erişim, sanayinin temiz ve döngüsel ekonomiye yönelmesi, enerji ve kaynak açısından etkin inşa ve yenileme süreçleri, sürdürülebilir ve akıllı dolaşıma geçişin hızlandırılmasını kapsıyor.” Yenilenebilir Enerji Araştırmaları Derneği Başkanı Prof. Dr. Kerem Alkin; “Türkiye’nin halihazırda AB ile Gümrük Birliği ortaklığı mevcut ancak gündemde bu ortaklığın güncellenmesi gerekiyor. Öte yandan ülkelerden gelen ürünlerde ülkenin karbon ayakizine göre karbon sınır vergisi uygulamasını da içeren anlaşma, Türkiye’deki üretim süreçlerinin de yeniden gözden geçirilmesini gerektiriyor” dedi.

Yenilenebilir Enerji Araştırmaları Derneği Başkan Yardımcısı Ali Karaduman ise Türkiye’nin avantajlı konumuna ve bunun ülke ekonomisine katkı sağlayacağına dikkat çekti: “Özellikle ülkelerin karbon ayakizine göre karbon sınır vergisi uygulanması açısından Türkiye avantajlı konumda. Hindistan ve Çin gibi ülkelere göre karbon ayakizinin düşük olması, yenilenebilir enerji çalışmalarının her geçen gün artması, AB ülkelerine daha kolay ihracat yapılmasına ve böylece ülke ekonomisin kalkınmasına katkı sağlayacaktır” diyor.

Sonuç olarak, AB’nin sınırda karbon düzenlemesine yönelik üst düzey niyet beyanları, 2021 yılı içerisinde bu düzenlemenin tüm detaylarının netleşeceğine işaret ediyor. Avrupa Komisyonu, 2023’ün başında başlatmak üzere, 2021’de sınırda karbon düzenlemelerine ilişkin yasa tasarısını sunmayı planlıyor. Bu durumun Biden liderliğindeki ABD yönetiminin gündeminde de yer alması bekleniyor. Uluslararası ticaretin kurallarının karbon emisyonları üzerinden şekilleneceği önümüzdeki 10 yılda, Türkiye de düşük karbonlu bir ekonomik modeli hayata geçirerek, ticari rekabet gücünü artırabilir ve dönüşümü bir fırsata çevirebilir.

Uygulama 1 Ekim 2023 tarihinde başladı. Mali yükümlülükler ise 1 Ocak 2026’da başlayacak.

Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ise, 1 Ekim 2023 tarihinde uygulamaya girdi. İthalatçılar için ilk raporlama dönemi 31 Ocak 2024’de sona erecek. Yönetmelik uyarınca AB, SKDM için 1 Ekim 2023’ten 31 Aralık 2025’e kadar bir geçiş dönemi uygulayacak ve üç aylık raporlama yükümlülüğü olacak. Yani ithalatçıların belirli bir takvim yılında ithal edilen mallarda bulunan toplam doğrulanmış sera gazı (GHG) emisyonlarını bildirmeleri gerekecek. Mali yükümlülükler ise 1 Ocak 2026’da başlayacak.

2050 yılına kadar karbon nötr bir kıta olmayı hedefleyen Avrupa Birliği (AB), bu hedef doğrultusunda karbon vergisi ve Emisyon Ticaret Sistemini (ETS) devreye aldı. Ancak karbon vergisi ve ETS şirketlere ciddi maliyetler yükleyebileceğinden, şirketlerin üretimlerini kıta dışına taşıyıp “karbon kaçağına” neden olabilmeleri riski gündeme geliyor.

Karbon kaçağı ise; “katı iklim politikaları uygulayan bir ülkenin ya da işletmelerin, üretimini karbon konusunda daha esnek uygulamalara sahip olan başka ülkelere kaydırması sonucunda ortaya çıkan yüksek karbon emisyonlarını” ifade ediyor. Bunu yapan ülkeler; kendi yerel emisyonlarını azaltırken, küresel emisyonların artmasına neden olabiliyor. Dolayısıyla bugün gelişmiş ülkeler, enerji yoğun endüstriyel faaliyetlerini az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelere aktararak, karbon kaçaklarına neden olabiliyor. Avrupa Birliği de, karbon kaçaklarının önüne geçebilmek için, Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizmasını (SKDM) hayata geçirdi. SKDM, AB’ye giren karbon yoğun malların üretimi sırasında salınan karbona adil bir fiyat koymak ve AB dışındaki ülkelerde daha temiz endüstriyel üretimi teşvik etmek için dönüm noktası niteliğinde.

SKDM ile mevcut olan AB Emisyon Ticareti Sistemi, ithal malları kapsayacak şekilde genişletiliyor. Aslında bu süreç, Paris Anlaşması ve buna bağlı olarak Avrupa Yeşil Mutabakatı ile başladı.

Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması önerisi ilk olarak 14 Temmuz 2021 tarihinde Avrupa Komisyonu’nun, AB’nin ekonomisini ve toplumunu iklim hedeflerini karşılayacak şekilde dönüştürmek için çeşitli önerileri içeren “Fit for 55” paketinde gündeme geldi. Paket; 2050 yılına kadar iklim nötr bir Avrupa hedefi doğrultusunda 2030 yılına kadar emisyonları 1990 seviyelerine göre yüzde 55 oranında azaltmayı hedefliyor.

Geçiş süreci 1 Ekim’de başladı

Sınırda Karbon Düzenleme Mekanizması ise 1 Ekim 2023 tarihinde uygulamaya girdi. İthalatçılar için ilk raporlama dönemi 31 Ocak 2024’de sona erecek. Yönetmelik uyarınca AB, SKDM için 1 Ekim 2023’ten 31 Aralık 2025’e kadar bir geçiş dönemi uygulayacak ve üç aylık raporlama yükümlülüğü olacak. Yani ithalatçıların belirli bir takvim yılında ithal edilen mallarda bulunan toplam doğrulanmış sera gazı (GHG) emisyonlarını bildirmeleri gerekecek. Mali yükümlülükler ise 1 Ocak 2026’da başlayacak. 2034 yılına kadar SKDM maliyetleri aşamalı olarak yükselecek.

SKDM, 1 Ocak 2026 tarihinde tam yürürlüğe girdiğinde, ithalatçıların her yıl bir önceki yıl AB’ye ithal edilen malların miktarını ve bunların gömülü sera gazı emisyonlarını beyan etmeleri gerekecek.

Öte yandan; AB ETS; havacılık ve denizcilik sektörlerinde genişletilecek, yeni ETS II ise ulaşım ve ısınma yakıtlarını kapsayacak. AB ETS kapsamındaki ücretsiz tahsisatlar 2026 yılından itibaren aşamalı olarak kaldırılacak. 2026 yılı itibarıyla SKDM sertifikalarının satın alınması gerekli hale gelecek. Sistem böylece, AB üyesi olmayan ülkeleri iklim hedeflerini yükseltmelerini teşvik etmiş olacak. Sadece, AB ile aynı iklim hedefine sahip ülkeler, SKDM sertifikaları almadan AB’ye ihracat yapabilecek.

Sertifikaların fiyatı, €/ton CO2 salınımı olarak ifade edilen AB ETS tahsisatlarının haftalık ortalama açık artırma fiyatına bağlı olarak hesaplanacak. AB ETS kapsamında ücretsiz tahsisin aşamalı olarak kaldırılması, 2026-2034 döneminde SKDM’nın aşamalı olarak devreye girmesine paralel olarak gerçekleşecek.